24 Ağustos 2014 Pazar

Tutkuyla Yaşamak

kendi kendime tanımını yapamadığım bir kalıptır. 

çok dandik bir film izleyip (bkz: need for speed) duygulanmış, filmden son zerresine kadar etkilenmiş biri olarak yazıyorum şu an. biri bana yardım etsin. ya da daha doğrusu birbirimize yardım edelim.


bir süredir kendimi irdeleyip duruyorum, ne istediğimi sorguluyorum, kendimi kimsenin beni eleştiremeyeceği kadar ağır eleştiriyorum, yıkmak ve fazlalıkları görmek, eksiklikleri yerine koymak adına. normalde yaşadığım yerden uzaklardayım, içinde bulunduğum ve döndüğümde beni karşılayacak herşeyi düşünüyorum. bunları isteyip istemediğimi sorguluyorum.

belki birçoğumuz yaşıyoruz bunları. belki de çoğunuz farkında bile değilsiniz, hiç dert etmediniz. hedefleriniz var, inancınız var birşeylere, çaba sarfettiğiniz, uğruna mücadele ettiğiniz şeyler. bunların kaçını gerçekten istediğinizi düşündünüz mü? ya da şöyle sorayım; hayal ettiğiniz bir kariyer noktası, bir amacınız varsa şayet, oraya geldiğinizde ne olacak? o yol boyunca kaybedeceklerinizi düşündünüz mü?

o sıradan filmin linkin park tarafından yapılmış soundtrack'ını dinliyorum şu an. (bkz: roads untraveledbelki ergence bulacaksınız beni. işte bir sorun daha, kendimi izah ederken dahi sizin, tanımadığım insanların ne düşüneceklerini hesap etmeye çalışıyorum. kendinize sorun, bunu hangi sıklıkta yapıyorsunuz? bahsettiğim şey empati değil, bunu anladığınızı düşünüyorum. 

"hepimiz benciliz" derim ben kendime ve çevremdekilere. bunu ateşli bir biçimde savunabilirim, argümanım bol, kendimden eminim. ama öylesine nefret ediyorum ki bundan. max stirner denen adamı tanıdığım zamanlardan,kırmızı ot denen belayı okuduğumdan beri hep güvendim bu fikre, gün geçtikçe güçlendirdim. kendimi de pragmatik olmaya zorlamak istedim. öte yandan hepimiz gibi sosyal hayatta acı ve tatlı yaşantılarım oldu. suçluydum bazen, bazen suçsuzdum. ama çoğu zaman net gördüm o pragmatik insanları. sevdiğimizde de, konuşmadığımızda da "gerçek" olmuyor. pragmatizm bizi mahvediyor görüyorum. 

90'lar kuşağındanım ben, gezi döneminde "oo iyiymiş bunlar" denilen kuşaktanım. bence değiliz, ya da benim gibiler bu kuşağın sorunluları. şu anda üniversite okuyan insanlarız biz, hatta çoğumuz mezun oldu. mezuniyeti yaklaşan arkadaşlarımda görüyorum konuştukça, yaklaşmakta olan sorumluluklara, iş hayatının -özellikle türkiye'de- süregelen yüzsüzlüğüne, idealizm yoksunluğuna karşı ne kadar çıplak olduklarını görüyor ve korkuyorlar. 

"özgürlük" nedir? içkime, sigarama, cinsel hayatıma karışılmadığında, başımızda şimdiki gibi olmayan, daha "özgürlükçü" bir yönetim olduğunda, mutlu olacak mıyım ben? bütün bu huzursuzluğumu memleketin çok boktan oluşuna bağlayabilir miyim? bence hayır, çünkü görüyor ve konuşuyorum bu ara yabancılarla, yolsuzluktan tutun da ekonomik adaletsizliklere, şikayetleri o kadar benzer ki bizimle. biz aslında yaşadığımız yere, karşı ideolojilere, rakip takıma söverken ne yapıyoruz? neden karamsar olduk, neden karamsar oldum?

"çıkılmamış yollar" var beni rahatsız eden. hepi topu 22 yaşındayım, daha çok vaktim yok mu? yok işte. siz 30 yaşındaki abilerim ablalarım, kaçını kaçırdınız dönemeçlerin? gittiğiniz yoldan kaçınız memnunsunuz? 



hedef koyamıyorum kendime, büyük hırslarım olmadı hiç, sadece bir süreliğine imrendim. duruma göre disiplinli olabilirim ama bunu sürdürmek çok zordur benim için. iyi bir bölümde okuyorum, okulum normal bir okul, ama yaşam şartlarım iyi. ileride de iyi olabilir, şu anki gidişatla "başarı" kazanabilirim hayatta. peki bu hayat beni mutlu eder mi? siz de sorun kendinize. tembeliz, giderek tembelleşiyoruz anadolu insanı olarak. ve bu tembellik, uzun vadede bizi daha düşük bir bedel karşılığında daha çok çalışmak zorunda bırakıyor. neden peki? para için doktor, güzel üniversite için öğretmen oluyoruz. statü dediğimiz şey uğruna mesleki değerleri hiçe sayıyoruz ülke olarak.

çünkü bu idealler bizim değil. biz kim olduğumuzu anlayamıyoruz bile. anladığını düşünen insanların çoğundan da ciddi şüphelerim var. o lanet filmdeki gibi bir tutkuyla yapmıyorsan işini, için titremiyorsa yaşarken, aşkın da, nefretin de faydacıysa, ne anlamı var? daha yakışıklı ve daha güzellerle dolu bir dünyada, olamadığın herşeyi kabullenip genel ortalamadaki yerine göre bir hayat seçmeye alıştırıyorsan kendini, yaşamanın ne anlamı var?

tutkuyla yaşamak nedir? biz, bu dünyanın insanları, ya da sadece ben, ya da sen, nasıl başaracağız bunu?